Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 18 / 18
  • Öğe
    Türk İdare Hukuku bakımından devlet memurlarının yer değiştirme suretiyle atanmasında temel hak ve hürriyetlerin etkisi
    (Türk-Alman Üniversitesi, 2024) Bıyık, Alinail; Saldıran, Ayşe Nur
    Devlet memurları, asli ve sürekli kamu hizmetlerinin yürütülmesinde idarenin belkemiği olarak kabul edilir. Memur statüsüne giren kişi, çerçevesi yasal düzenlemelerle belirlenmiş bir dizi görev ve sorumlulukla karşılaşır. Bunlardan birisi de memurun atandığı yerde kamu hizmetini sürekli bir şekilde yürütmesidir. Memurun görev yeri bazen idare tarafından re`sen bazen de kendi istekleri üzerine değiştirilebilmektedir. Bazı durumlarda ise memur, atama dönem ve şartları mevcut olmadan kendisi için zorlayıcı sebeplerin varlığını gerekçe göstererek görev yerini değiştirmek isteyebilir. İşte bu noktada kanun koyucu ve idare, memur için gündeme gelebilecek zorlayıcı durumları mazeret adı altında düzenlemiş ve genel atama sistemi içerisinde istisnai olarak zaman koşulu aranmadan atama yapılabilecek durumlar olarak öngörmüştür. Bu tez çalışmasının konusu, atama türlerinden birisi olan yer değiştirme suretiyle atamalarda temel hak ve hürriyetlerin etkisi olarak tespit edilmiştir. Tez çalışmamız kapsamında temel hak ve hürriyetlerin mazeret durumlarıyla ilgisi tespit edilmeye çalışılarak idarenin atama işlemleri karşısında üstün kamu yararı ve hizmet gerekleri ile bu temel hak ve hürriyetler arasında nasıl bir tartım yapıldığı ve yargı mercilerinin bu konudaki yaklaşımları ele alınmıştır.
  • Öğe
    Das konfrontationsrecht eine rechtsvergleichung der Deutsch- Türkischen strafprozessordnung
    (Türk-Alman Üniversitesi, 2020) Özşerbetçi, Betül; Kretschmer, Joachım
    Söz konusu tez çalışmasında Türk ve Alman Ceza Muhakemesi Hukuku çerçevesinde "gizli tanık" incelenmiştir. Bunun ötesinde iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de düzenlenmiştir. Dolayısıyla gizli tanık Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi kapsamında da ele alınmıştır. Öncelikle Türk ve Alman Ceza Hukuku Muhakemesi düzenleri tek tek açıklanmıştır. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine işaret edilmiştir. Buna bağlı olarak sadece Türk Alman içtihatlarına değil aynı zamanda Avrupa İnsan hakları Mahkemesinin içtihatlarına da yer verilmiştir. Adil yargılanma hakkı çerçevesinde iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek hukuki dinlenilme hakkı ile silahların eşitliği ilkesi ile bağlantılıdır. Suçlanan kimseye yargılamada süje olarak etkili olma imkânı verilmeli böylelikle kişi sadece yargılamanın bir objesi haline gelmeyecektir ve gelmemelidir. Kural olarak deliller suçlunun huzurunda açık yargılama sürecinde değerlendirilir. Burada önemli olan ve sorun teşkil edip ihlallere yol açan nokta, vuku bulan olayda suçlunun ve /veya müdafinin gizli tanık ile yüzleşmenin gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Şayet gerçekleşmedi ise mahkemenin dengeleyici tedbirlere başvurup vurmadığı incelenecektir. Çünkü burada büyük bir ölçüde savunma hakkı kısıtlanmış oluyordur. Fakat bir hususu belirtmek gerekir ki, suçlunun veya müdafinin tanık ile yüzleşmemesi her zaman tek başına bir ihlale yol açmaz. Burada bütün yargılama süreci dikkate alınarak yargılamanın adil olup olmadığı değerlendirilecektir. Silahların eşitliği ilkesini ve meramını anlatma hakkını zedelememek için yasal düzenlemelerin olması zaruridir. Çünkü söz konusu her iki ilke adil yargılanma hakkının bir uzantısıdır. Burada kasıt gizli tanığı korumak ve aynı zamanda savunmanın haklarının zedelenmesini engellemektir. Bu her zaman her davada kolay gerçekleşmiyor. Bu bağlamda konu ile ilgili ihlalleri ve sorunları daha iyi ortaya koymak için çeşitli mahkeme kararları incelenmiştir. Burada Türk- Alman mahkeme kararlarına ve bunun yanında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına da atıfta bulunulmuştur. Bunların bir sonucu olarak çeşitli hukuk düzenleri araştırılmış ve açıklanmıştır. Farklı mahkemelerin aynı konu hakkında nasıl karar verdikleri gösterilmiştir. Böylece gizli tanık konusu farklı açılar ile ele alınmıştır. Çeşitli ihlallere atıf yapılarak savunma haklarının ne derece ve nasıl kısıtlandığı gösterilmiştir. Tez Çalışması ağırlıklı olarak Türk- Alman mahkeme kararlarından ve Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin kararlarından oluşmuştur. Söz konusu örnek kararlar savunma haklarının ne derece nasıl kısıtlandığını göstermiştir. Gizli tanık aynı zamanda Türk- Alman Ceza Muhakemesi Hukuku açısından da ele alınmıştır. Farklı hukuk düzenlerin incelenmesi çeşitli bakış açıların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Farklı hukuk düzenlerin çeşitli mahkeme kararları ile birlikte incelenmesi sadece teoriyi göstermemekle birlikte uygulamayı da perdelemektedir.
  • Öğe
    Şirketlerin insan haklarına saygı gösterme sorumluluğu
    (Türk-Alman Üniversitesi, 2024) Yaşar, Aybüke Nisanur; Özenç, Berke
    Bağlayıcı hukuk normları ve yaptırımları incelendiğinde uluslararası hukukun birincil aktöru?nu?n halen devletler olduğu gözlemlenmektedir. Bununla birlikte özellikle 1970 sonrası neoliberal ekonomik politikalar sonucu hızla bu?yu?yerek ulus ötesi yayılım sergileyen çok uluslu şirketler uzun zamandır ekonomik bakımdan birçok u?lke ile rekabet edebilecek gu?çtedir ve gu?nu?mu?zde bu rekabetin toplumsal olarak da önem arz ettiği söylenebilecektir. Sahip olduğu gu?ç kapsamında insan haklarını tehdit eden şirketlerin bu konuya ilişkin sorumluluklarının belirlenmesi ihtiyacından dolayı uluslararası örgu?tler tarafından bir dizi kılavuzlar yayınlanarak iş du?nyası ve insan hakları ilişkisinin çerçevesi çizilmiştir. Bu uluslararası belgeler, şirketlerin özen yu?ku?mlu?lu?ğu? kapsamında insan hakları durum tespiti su?reci yu?ru?tu?lmesi ve olumsuz etkilerin önlemesi veya azaltması amacıyla etki gu?cu? kullanılması gibi yeni kavramlara yer vermesi bakımından önem arz etmektedir ancak nihayetinde birer yumuşak hukuk kuralı olarak şirketlerin sebep olduğu insan hakları ihlallerinin önlenmesi ve telafisi konusunda tek başlarına yetersiz kalacaklarını belirtmek isteriz. Yakın geçmişte meydana gelen endu?striyel ve çevresel felaketler ile ku?resel ekonomik ve sağlık krizlerinin ortaya çıkardığı tablo şirketlerin gönu?llu?lu?k esasına dayanan davranışlarının insan hakları ihlallerini azaltmakta etkili olamadığını ortaya koymuştur. Bunun farkına varan u?lkeler, şirketlerin tedarik zincirinde yer alan insan hakları meselelerini ele almasını zorunlu kılacak du?zenlemeleri kabul etmişlerdir. Avrupa Birliği'nde birçok u?ye devlet mevzuatında bu yönde değişiklikler gerçekleştirmiş olup çok yakın tarihli direktif uyarınca önu?mu?zdeki dönemde tu?m u?ye devletlerin şirketlerin hesap verebilirliğine yönelik bağlayıcı kuralları yasalaştırması gerekmektedir. Hiç şu?phesiz bu yasalar yalnızca yu?ru?rlu?kte olduğu u?lkeyi değil ticari ilişkilerin bulunduğu tu?m u?lkeleri etkileyecektir. İşbu çalışmada, sosyal alandan sıyrılarak hukuki bir zemine oturtulmaya çalışılan şirketlerin insan hakları alanındaki sorumlulukları ele alınmıştır.
  • Öğe
    Kent adaleti ve adil bir kent
    (Türk-Alman Üniversitesi, 2023) Salihoğlu, Neslican Esra; Arıkan, Engin
    Dünya nüfusu gittikçe daha büyük oranda kentlerde yaşamaktadır. Ülkemizde de nüfusun büyük kısmı kentlerde yaşamaktadır. Kentlere dair alınana kararlar, planlamalar, dönüşümler gibi kent mekânına müdahaleler kentlerde yaşayan insanların hayatlarına doğrudan etki etmektedir. Bu haliyle kente dair yönetimsel ve planlama konuları adaletle ilgili olmaktadır. Bu çalışmada, 1960ların sonundan itibaren tartışılan kent ve adalet ilişkisine dair temel yaklaşımlar ele alındı. Bu bağlamda kent hakkı kavramı, kent ve sosyal adalet ilişkisi, mekânsal adalet kavramı ve adil kent tezi ele alındı. Uluslararası belge ve tavsiye metinlerde kent ve adaletin, kentli haklarının ne şekilde ele alındığı incelendi. Hukukumuzda kent mevzuatı adil bir kentin ölçütleri üzerinden ele alındı. Daha adil kentler için değerlendirmeler ve önerilerde bulunuldu.
  • Öğe
    Anwendung des umweltrechtlichen schädigungsverbots auf exzessive treibhausgasemissionen
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Deveci, Ece Deniz; Candan, Tolga
    Climate change is the greatest threat that humanity has ever faced. Excessive greenhouse gas emissions are the biggest factor in climate change. Human beings are emitters of greenhouse gases simply by virtue of their existence. The rapid increase in greenhouse gas emissions has been speeding up since the industrial revolution. The extreme increase in greenhouse gas emissions means that the damage caused by climate change is increasing every minute. Awareness of climate change and its causes is well established in international law. The international community is making serious efforts to reduce greenhouse gas emissions in the battle against climate change. Nevertheless, excessive greenhouse gas emissions and environmental damages are increasing rapidly. Unfortunately, the adoption of measures to combat excessive greenhouse gas emissions is entirely at the discretion of the individual states. In recent years, therefore, the applicability of the no-harm rule (transboundary harm rule), a rule of customary international law, has been proposed against excessive greenhouse gas emissions for which no effective solution can be found. Unfortunately, the procedures for reducing net greenhouse gas emissions that are implemented through international environmental conventions and -protocols do not contain sufficient sanction mechanisms. However, the no-harm rule is a customary rule which against no serious objections have been raised so far. In order to examine whether the no-harm rule can be applied to excessive greenhouse gas emissions, a number of questions must first be clarified. First, the no-harm rule should be analysed together with its historical development. On the other hand, international arrangements with broad participation on excessive greenhouse gas emissions should be reviewed. In the end, two different areas should be considered together. The objections raised against the applicability of the no-harm rule to excessive greenhouse gas emissions should be examined. The assessments have shown that some of the objections submitted are not valid. Some objections are also justified, but are not relevant for the application of the no-harm rule. Although it contains a number of ambiguities, the conclusion is that the applicability of the no-harm rule to excessive greenhouse gas emissions does not constitute a meaningful problem.
  • Öğe
    Bewertung der sterbehilfe im türkischen und deutschen recht : definitionen des sterbehilfe-begriffs, ländervergleich und auswertung einiger juristischer debatten und urteile
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Coşan, Eylül Yağmur; Candan, Tolga
    The initial section of the study presents general information, including definitions and requirements pertaining to assisted dying, and endeavours to establish a conceptual framework. As much as people are interested in their life, they are also interested in their death for various reasons. This situation is not exclusive to the present day; thus, a historical overview has also been presented in this work. In this section, an attempt was made to present and explain the development of the view of euthanasia, that is to say, the right to die, in a chronological manner. The second part of the study analyses the legal framework governing euthanasia in Turkey. Firstly, the extant regulations in Turkish law are interpreted in accordance with the typology of euthanasia. Subsequently, the subject is examined in the context of the right to life and autonomy. In the third part, the legal-historical perspective of euthanasia in the National Socialist era is discussed initially. Subsequently, an interpretation of the German legal section, comprising statutory regulations, is presented. The following section comprises a discussion of the legal issues and selected judgments pertaining to this topic. The last part is aimed at comparing Turkish and German law regarding euthanasia.
  • Öğe
    Şirketlerin insan haklarına saygı gösterme sorumluluğu
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Yaşar, Aybüke Nisa; Özenç, Berke
    When binding legal norms and penalties are analyzed, it is observed that states are still the primary actors in international law. However, as a result of neoliberal economic policies, particularly after 1970, multinational corporations that have rapidly grown and expanded transnationally have long been economically capable of competing with many countries, and it can be said that this competition is also socially significant today. Due to the need to determine the responsibilities of companies that threaten human rights within the scope of their power, a series of guidelines have been published by international organizations to outline the framework of the relationship between business and human rights. These international instruments are remarkable as they introduce new concepts such as conducting human rights due diligence processes and using leverage to prevent or mitigate adverse impacts on human rights within the scope of corporations’ duty of care. However, it should be noted that, as soft law rules, they will be insufficient on their own to prevent and remedy human rights violations caused by companies. The recent industrial and environmental disasters, which have led to severe consequences, global economic and health crises, and their impacts, have shown that corporations' ethical and social responsibilities based on voluntarism are ineffective in reducing human rights violations. Recognizing this, many countries have adopted regulations that require companies to address human rights issues within their supply chains. In the European Union, many member states have amended their legislation in this direction, and according to a very recent EU directive, all member states will be required to adopt binding rules on corporate accountability in the coming period. Undoubtedly, these regulations will have an impact not only in the country where they are enforced but also in all countries where commercial relations exist. This study addresses the responsibilities of corporations on human rights, which are attempted to be shifted from the social sphere and be grounded on a legal basis.
  • Öğe
    Die gerichtsbarkeit der delinquenten jugendlichen in Deutschland und in der Türkei
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Akın, Selin; Kretschmer, Joachim
    This study is dedicated to comparing German and Turkish juvenile criminal law based on selected aspects. In Germany, the “Youth Courts Act” (Jugendgerichtsgesetz/ JGG) forms the basis of the juvenile justice system. The law has an extensive historical background and is grounded in the principle of the “educational concept” (Erziehungsgedanke). The “Turkish Child Protection Law No. 5395” (Çocuk Koruma Kanunu) represents a special law in the Turkish legal system for “children who have been drawn into crime”. It aims to protect the rights of children in criminal proceedings. Although both laws in the legal systems under examination provide for a separate judicial mechanism for children and juveniles, there are significant differences regarding the criteria for applicability, measures and sanctions, diversion options, and practical implementation. The aim of this study is to gain an insight into German and Turkish child and juvenile criminal proceedings and to highlight and contrast the main differences between the two legal systems. Additionally, the study aims is to pinpoint potential challenges within the examined aspects and to formulate recommendations for solutions. Another objective of the study is to discuss and contribute to proposals for the improvement and development of the Turkish Juvenile Protection Law to ensure a minimum standard for juvenile criminal proceedings in case of Turkey's possible EU accession.
  • Öğe
    Geldwäschebekämpfung in Deutschland und der Türkei : vergleichende analyse mit blick auf die banken
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Gültekin, Hira; Kretschmer, Joachim; Rosenau, Henning
    In dieser Arbeit werden die Mechanismen zur Bekämpfung der Geldwäsche in Deutschland und der Türkei analysiert, wobei der Schwerpunkt auf der Rolle der Banken und der Wirksamkeit der Maßnahmen liegt. Geldwäsche ist ein komplexes Verbrechen mit weitreichenden wirtschaftlichen, sozialen und ethischen Folgen. Sie unterstützt auch schwerwiegende kriminelle Aktivitäten wie den Drogenhandel und die Finanzierung des Terrorismus. Die Arbeit beschreibt zunächst die verschiedenen Phasen und Methoden der Geldwäsche, von der Platzierung über die Verschleierung bis hin zur Integration illegaler Gelder in die legale Wirtschaft. Dabei werden klassische wie auch moderne Methoden erläutert. Ein zentraler Teil der Arbeit ist der Vergleich der Geldwäschebekämpfungsmaßnahmen in Deutschland und der Türkei. Beide Länder sind Mitglieder der Financial Action Task Force (FATF) und haben umfangreiche gesetzliche Regelungen und institutionelle Mechanismen zur Bekämpfung der Geldwäsche etabliert. Zusätzlich zu den rechtlichen und institutionellen Analysen enthält die Arbeit Fallstudien und eine vergleichende Bewertung der Wirksamkeit der Maßnahmen in Deutschland und der Türkei. Diese vergleichende Analyse zeigt sowohl Gemeinsamkeiten als auch Unterschiede in den Ansätzen zur Geldwäschebekämpfung auf und bietet Einblicke in die Herausforderungen und Chancen, denen beide Länder gegenüberstehen. Die Arbeit schließt mit einer Bewertung der aktuellen Entwicklungen und Analysen zur Stärkung der Geldwäschebekämpfung in beiden Ländern. Sie betont die Notwendigkeit einer engeren internationalen Zusammenarbeit und der Anpassung der Maßnahmen an neue Technologien und verstärkter Überwachung, um die Integrität des Finanzsystems zu schützen und kriminelle Aktivitäten zu unterbinden.
  • Öğe
    Yeni medya öznelerinin ifade hürriyeti
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Orhan, Burak
    Bilişim teknolojilerinin ve eşliğinde internetin gelişimi, medya ve iletişim alanında büyük çaplı dönüşümlerin fitilini ateşlemiştir. Bu sürekli değişim ve gelişim hali giderek artan bir ivmeyle durmaksızın devam etmektedir. Günümüzde kablosuz bağlantı sayesinde mobil teknolojiler de çeşitlenerek yaygınlaşmaktadır. Bugün eriştiğimiz noktada yeni medyanın diğer alanlarla birlikte hukuku da etkilediği yadsınamaz bir gerçektir. Bu tez çalışmasının ana ekseninde, özellikle Türkçe literatürde geniş anlamıyla hakkında oldukça az çalışma yapılan yeni medya yer almaktadır. Gerçekten de yeni medya üzerine söylenmiş sözlerin ekserisi, yeni medyayı salt sosyal medyadan ibaret olarak ele alan çalışmalardan oluşmaktadır. Yeni medyanın yalnızca zamansal veya teknolojik olarak değil; söylem ve yöntem olarak da “yeni” olduğunu hatırdan çıkarmadan girişilen multidisipliner karakterli bir hukuk tezi olan bu çalışmada, yeni medyanın karşılıklı etkileşimli doğasıyla tesir ettiği ifade hürriyeti ele alınmıştır. Bu çalışma kapsamında, yeni medyaya etraflı bir tanım getirme gayesi eşliğinde, yeni medyanın hukuk alanında yol açtığı etkiler nazara alınarak ve kimlerin yeni medya öznesi oldukları tespit edilerek yeni medyada ifade hürriyetinin kullanımı incelenmiştir. Bu çaba esnasında, yeni medyaya dair iletişim kuramının tarihsel gelişimi, ifade hürriyetinin temelleri, doktrindeki yaklaşımlar, temel hukuki metinler ve mevzuattan destek alınmıştır. Bu çalışmada özelikle yeni medyada ifade hürriyetine ilişkin içtihat ışığında yol alınmıştır.
  • Öğe
    Temel ilkerle ve insan hakları Avrupa mahkemesi kararları ışığında hakim ve savcıların ifade özgürlüğü
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Özçelik, Nurdan
    Hâkimler ve savcılar icra ettikleri meslekleri gereği ifade özgürlüklerini kullanırken olağan vatandaşlara kıyasla birtakım farklı kısıtlamalara tabidirler. Bu farklılığın arka planında, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerinin korunmasının yanı sıra bu ilkelerle bağlantılı olarak kamuoyunun yargıya duyduğu güvenin korunması kaygısı yer almaktadır. Bu kaygılar ile birlikte ele alındığında hâkim ve savcıların ifade özgürlüklerinin korunmasının kapsam ve sınırlarının tespiti bu çalışmanın temel sorunsalını oluşturmaktadır. Bu bağlamda üzerinde yoğunlaşılan esas mesele; bir yandan hâkim ve savcıların ifade özgürlüğünü diğer yandan ise yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını korumanın optimal şekilde sağlanmasıdır. Bu iki korumanın optimal şekilde sağlanmasına yönelik bir dengeleme değerlendirmesinin hangi temel ilkeler ve ölçütler ışığında yapılması gerektiğinin tespiti ise çalışmamızın kapsamını oluşturmaktadır. Bu kapsam doğrultusunda çalışmanın ilk bölümünde hâkim ve savcıların ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası belgelerde yer alan temel ilke ve yükümlülükler ele alınmış, ikinci bölümde ise İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin konuya ilişkin oluşturduğu içtihat incelenmiştir. İHAM’ın hâkim ve savcıların ifade özgürlüğü bakımından şimdiye kadarki içtihadında yer alan kararların dörtte birini Türkiye aleyhine yapılan başvurular oluşturmuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin İHAM’ın bu konudaki içtihadının şekillenmesinde önemli bir yere sahip olduğu söylenebilecektir. Ancak İHAM’ın hâkim ve savcıların ifade özgürlüğü bakımından güncel olarak şekillenmeye devam eden içtihadı Türkiye’ye karşı verdiği kararlar ile sınırlı değildir. Polonya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan gibi bazı Doğu Avrupa ülkelerinde gerekleştirilen yargı reformlarına karşı ses çıkaran hâkim ve savcılara uygulanan tedbirler de İHAM önüne gelen başvurulara sıklıkla konu olmaktadır. Bu kararlar incelendiğinde ise İHAM’ın özellikle yargı bağımsızlığını zayıflatmaya çalışan yargı reformu girişimleri karşısında hâkim ve savcıların ifade özgürlüklerini kullanmasına özel bir değer atfettiği söylenebilecektir.
  • Öğe
    Rudolf von Jhering'in hukukta gaye anlayışı
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Çiftkaya, Meryem
    Rudolf von Jhering is an important legal philosopher who influenced legal thought in 19th century Germany. His legal thought which was formed by adopting the views of Historian Law School evolved into a purposive, pragmatic and combative perspective over time. Jhering wrote his work named Zweck im Recht (The Purpose of Law) within the framework of these approaches to law. With this work, the author served as a bridge to the formation of the Interest Law School in Germany. Questioning the purpose for which law was formed, what the source of law was, what its existence served and centering on the society, Jhering directed his purposive approach to the state, society, individual and morality, starting from law. This thesis discusses Rudolf von Jhering's understanding of law through his aforementioned work, the commonality of his contemporaries' views on the concept of law and the purpose of law, and the effects of Jhering on German and world legal history and philosophy through his approaches that make him different from these thinkers.
  • Öğe
    Fremde, staatsvolk, bevölkerung-völkerrechtliche grundbegriffe im wandel durch migration und integration
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Sabuncu, Ertuğrul
    Der durch historische Ereignisse wie die Französische Revolution geprägte Staat als Nation knüpft an eine Homogenität der gesellschaftlich-politischen Einheit. Dieses Volk als souveränes,,Staatsvolk‘‘ der Eigenen, grenzt sich durch seine Staatsangehörigkeit von den Fremden (Ausländern) ab, da ihm durch die einfachgesetzlich regulierbare Zuordnung demokratische Legitimation und politische Teilhaberechte zukommen. Das Beispiel Deutschlands zeigt, dass Migrationsgesellschaften diesen tradierten Zustand herausfordern, da aufgrund des hohen Ausländeranteils die Kongruenz zwischen Regierenden und Regierten nicht gegeben ist. Identitätspostulate, Einbürgerungskriterien und unterschiedliche Vorstellungen von Integration stellen auch vor Augen der Abgrenzung zur Assimilation gewisse Erschwernisse für eine Harmonisierung dieser Diskrepanz zwecks Solidarität und sozialer Akzeptanz dar. Dabei genießen die inländischen Ausländer mittlerweile größtenteils dieselben Grund- und Menschenrechte sowie sozialen Rechte wie die Eigenen. Ursächlich dafür sind Faktoren wie die Internationalisierung der Rechtsordnung, die zunehmende Bedeutung der universellen Menschenrechte sowie die Europäische Integration. Der zeitgleiche Paradigmenwechsel im Völkerrecht von der Mediatisierung des Einzelnen hin zu seiner Subjektstellung wird durch die Idee der Menschenrechte angetrieben und entwickelt zunehmend eine eigenständige rechtliche Stellung innerstaatlicher Fremder, Staatenloser und Einzelner im Völkerrecht. Dies wirft demokratie- und verfassungstheoretisch sowie menschenrechtlich begründete Zweifel am Volksbegriff auf und gibt Anlass zur Rede vom Recht der Bevölkerungen statt vom Recht der Staatsvölker. Erarbeitet wurde die Untersuchung hauptsächlich durch Literatur zur Allgemeinen Staatslehre, zum Verfassungsrecht und ihrer Theorie sowie durch teils aktuelle mediale als auch schrifttümliche Beiträge zur politisch brisanten Integrationsdebatte in Deutschland. Einhergehend damit wird richtungsweisend auf sämtliche Beschlüsse und Urteile des Bundesverfassungsgerichts, des Europäischen Gerichtshofs sowie des Europäischen Gerichtshofs für Menschenrechte Bezug genommen. Zudem beinhaltet die Arbeit eine Vielzahl von Gegenüberstellungen, um die in der Thematik ausschlaggebenden Kontrastierungen zu unterstreichen. Angesichts der gesellschaftspolitischen Bedeutung bedient sich die Untersuchung auch an philosophischen sowie politikwissenschaftlichen Quellen und positioniert sich im Lichte der literarischen Mindermeinung zwecks verfassungsschützender Grundposition ,,gegen (radikal) rechts‘
  • Öğe
    Toplanma özgürlüğü ve ihkak-ı hak kavramı
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Eroğlu, Efe
    Çalışma kapsamında Antik Yunan Demokrasisi ile modern temsili demokrasilerin tarihsel süreç içerisindeki dönüşümü incelenerek, demokrasinin zaman içerisindeki değişimi ele alındı. Bu bağlamda demokrasilerde yurttaşların yönetime katılma hakkını kazanması incelendi. Modern demokrasilerde yurttaşların yönetime katılımın seçimle sınırlandığı tespit edilerek, ifade ve toplanma özgürlüğünün yurttaşların siyasal iradesinin oluşumuna katkıları ortaya kondu. Bunun ardından ihkak-ı hak kavramı tanımlanarak, sivil itaatsizlik ile arasındaki farklar açıklandı. İhkak-ı hak eylemlerinin toplanma özgürlüğü ile örtüşen unsurları tespit edildikten sonra, ihkak-ı hak eylemlerini toplanma özgürlüğünün koruması dışına çıkaran unsurlar ortaya kondu. Farklı İhkak-ı hak eylemleri tanımlanarak, oturma eylemi şeklinde gerçekleşen ihkak-ı hak eylemlerinin hukuk düzeni tarafından korunup korunmadığı değerlendirildi. Ardından yaratıcı ihkak-ı hak metotları aktarılarak toplanma özgürlüğü kapsamında korunmaları tartışıldı.
  • Öğe
    Avrupa Konseyi Macolin Sözleşmesi ışığında uluslararası hukukta spor müsabakalarının manipülasyonu
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Özcan, Arda
    Sporun en temel özelliklerinden birisi sonucunun önceden bilinemez olmasıdır. Sporun tüketicisi sayılabilecek seyircilerin, sporun paydaşlarından talep ettiği şey, bilinemez bir sonuç için sporcuların dürüst bir şekilde emek vermesidir. Sporun dürüstlüğü ise esas olarak müsabakanın adil olmasını hedeflemektedir. Sporun dürüstlüğü kavramı, İngilizcedeki sports integrity kavramının karşılığıdır. Integrity, bütün ve bölünemez anlamlarının yanı sıra güçlü ahlaki prensiplere sahip olma ve dürüst olma niteliği olarak tanımlanmaktadır. 1 Spor alanında ise, spor etiğinin ve değerlerinin göstergesi olarak, spordaki güvenin teşvik edilmesidir. Bu teşvik, sporun paydaşlarının ve spor topluluğunun olumlu davranışlarını içerir. 2 Sporun dürüstlüğünü, doping ve spor müsabakalarının manipülasyonu tehdit etmektedir. Bu unsurlardan ilki olan doping, rakibinden daha hızlı/güçlü olabilmek için yasaklı madde alınmasını ifade eder. Başka bir deyişle doping, kazanmak için yapılan bir hile olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • Öğe
    Uyuşturucu madde kullanımını yasallaştırma eğilimi : Türkiye – Almanya – Hollanda hukuk sistemlerinin karşılaştırılması
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Berkün, Başak; Yıldız, Ali Kemal
    Uyuşturucu madde kullanımını suç olmaktan çıkarma bahsi uzun yıllardır ülke gündemlerini meşgul etmekte ve ceza hukukunun en tartışmalı alanlarından birisini oluşturmaktır. Özellikle son yıllarda uyuşturucu madde kullanımını suç olmaktan çıkarma eğiliminin temsilcisi kabul edilen bazı ülkelerin madde ayrımına bağlı olarak uyuşturucu madde kullanımını yasallaştırmaya doğru evrilen yeni liberal politikaları bu tartışmalara yeni bir boyut kazandırmıştır. 2013 yılında Uruguay’da yaşanan gelişmelerin ardından 2018 yılında Kanada da bu konuda liberalleşme adımlarını atan ülkelerden biri olmuş, yeni Kenevir Kanunu uyarınca ekiminden satışına kadar devlet kontrolünde olan yasal bir esrar tedarik zinciri kurmuş, esrar kullanımını ve yasal sınırlamalar dahilinde kullanım amacıyla gerçekleştirilen birtakım eylemleri de yasallaştırmıştır. Ayrıca aynı konuya ilişkin 2018yılında Almanya’da meclise bir yasa tasarısı sunulmuş ve konu tartışmaya açılmış, 2020 yılında ise Hollanda’da yasal kenevir tedarik zincirine ilişkin bir deney kanunu yürürlüğe girmiştir. Tüm bu gelişmeler gerek uyuşturucu madde kullanımına gerekse uyuşturucu madde kullanmak amacıyla gerçekleştirilen eylemlere ceza hukuku müdahalesinin kabul edilebilir olup olmadığını, hangi ülkenin bu eylemlere nasıl müdahale ettiğini, suç olmaktan çıkarma ve yasallaştırma eğilimlerinin ülke politikalarına nasıl uygulandığını açıklama ve değerlendirme gereksinimini ortaya çıkarmıştır. Bu amaçla bu tez kapsamında uyuşturucu ve uyarıcı madde kavramı, Türk, Alman ve Hollanda hukuklarının uyuşturucu madde suçları konusundaki genel sistematiği ve uyuşturucu madde kullanımına ilişkin düzenlemeleri ortaya konulmuş; yasaklama, suç olmaktan çıkarma ve yasallaştırma kavramları ve bu çatı kavramlar altında uyuşturucu madde kullanımı konusunda örnek ülkelerin politikaları ilemukayeseli hukukta yaşanan güncel gelişmeler incelenmiştir.
  • Öğe
    Das konfrontationsrecht eine rechtsvergleichung der Deutsch – Türkischen strafprozessordnung
    (Türk-Alman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Özşerbetçi, Betül; Kretschmer, Joachim
    In dieser Masterarbeit handelt es sich grundlegend um das Konfrontationsrecht, dass in der deutschen und in der türkischen Strafprozessordnung analysiert wurde. Darüber hinaus ist das Konfrontationsrecht auch im Europäischen Menschenrechtskonvention vorhanden. Das Konfrontationsrecht wurde mit der deutschen und in der türkischen Strafprozessordnung erforscht. Zugleich wurde auf den Europäischen Menschenrechtskonvention hingewiesen. Das Konfrontationsrecht ist im Europäischen Menschenrechtskonvention relevant und reflektiert das Prinzip der Waffengleichheit. Das Recht, Fragen an Belastungszeugen zu stellen oder stellen zu lassen und die Ladung und Vernehmung von Entlastungszeugen unter denselben Bedingungen zu erwirken, wie sie für Belastungszeugen gelten hängt mit dem Recht auf das Gehör und dem Prinzip der Waffengleichheit zusammen. Der Beschuldigte muss die Möglichkeit haben als Subjekt an dem Verfahren mitzuwirken und darf nicht nur Objekt des Verfahrens sein. Grundsätzlich sollten alle Beweismittel in Gegenwart des Angeklagten vor Gericht im öffentlichen Prozess präsentiert werden. Es ist wichtig zu beachten, ob besonders im vorhandenen Fall angemessene Schutzmechanismen und Verfahrensregeln zum Ausgleich des beschränkten Konfrontationsrechts zur Verfügung standen, falls die Konfrontation mit dem Zeugen nicht stattgefunden hat. Gemäß dem Europäischen Gerichtshof für Menschenrechte muss das ganze Verfahren beachtet werden, nach der beurteilt wird, ob das Verfahren in seiner Gesamtheit noch als fair anzusehen ist oder nicht. Durch fehlende Aussagen kann das Gericht keine reichhaltige İnformationen erhalten um die Wahrheit hervorzurufen und die Verhandlung rechtmäßig abzuschließen. Aufgrund dessen kommt es gelegentlich vor, dass die Identität dieser Zeugen anonym gehalten werden um für deren Aussagebereitschaft zu sorgen. Sohin wird der anonyme Zeuge nicht in Gegenwart des Angeklagten oder dem Verteidiger verhört. Demzufolge werden die Rechte der Verteidigung eingegrenzt und die Verteidigung hat keine Möglichkeit eine unmittelbare Befragung durchzuführen. Dabei ist es wichtig kompensatorische Maßnahmen zu ergreifen um einen Ausgleich zu verwirklichen damit die Rechte der Verteidigung nicht verletzt werden. Denn dies würde das Prinzip der Waffengleichheit beeinträchtigen. Anhand dieser Erklärungen ist festzustellen, dass das Ziel ist ein faires Verfahren zu schaffen und dafür zu sorgen, dass die anonymen Zeugen beschützt werden und zugleich die Rechte der Verteidigung nicht beeinträchtigt werden. İn Zusammenhang mit den verschiedenen Beschlüssen der Europäischen Gerichtshof für Menschenrechte und deutsch- türkischen Gerichte wurde die Problematik dargestellt. Dabei wurden ebenso die Beschlüsse des Europäischen Gerichtshof für Menschenrechte erforscht um die Auffassung des Gerichtes darlegen zu können. Die Literaturrecherche dieser Masterarbeit bestand meisthin aus den differenten Beschlüssen der dargelegten Rechtsordnungen. Das Konfrontationsrecht wurde auch im Rahmen der deutschen und dem türkischen Strafprozessordnung ausgearbeitet. Durch die Einbringung von diversen Ansichten der Rechtsordnungen wurde die Absicht dieser Masterarbeit erreicht. Die Deskription von den vielfältigen Beschlüssen führte zu einer Einsicht in die Praxis, wodurch nicht nur die Theorie illustriert wurde.
  • Öğe
    Menschenwürde als unantastbarer kern der grundrechte, an beispielen von kommunikationsgrundrechten in Deutschland und in der Türkei
    (Türk-Alman Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Halhallı, Ozan Emin; Kunig, Philip
    Alman Anayasası madde 79 fıkra 3 düzenlemesi uyarınca Alman Anayasası madde 1 fıkra 1 düzenlemesi normatif olarak özel ve değiştirilemez bir temel haktır. Diğer yandan insan onuru Alman Anayasası madde 19 fıkra 2 uyarınca temel hakların dokunulmaz çekirdeği olarak bir anayasal prensip olarak vurgulanabilir. İnsan onurunun dokunulmazlığı, normun değiştirilemezliği ve insan onurunun farklı açılardan ifade edilişi onu "özel" bir düzenleme haline getirmektedir. Bu çalışmayla insan onurunun "özel" yapısını diğer temel haklardan ayırıyoruz. İnsan onuru ile diğer temel haklar arasındaki ilişkiyi temel iletişim hakları örneklemi ile ele almayı hedefledik. İnsan onurunun bu özel yapısı anayasada yazılı olarak yer almalı mıdır, bunu da ele almaya çalıştık. Bu noktada Türk ve Alman anayasalarını karşılaştırdık.