Yazar "Kayacan, Derya Nur" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 10 / 10
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe A study of institutional determination and consolidaiton in public international law : the Chagos case(Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2022) Kayacan, Derya NurHint Okyanusu’nun ortasında bulunan Chagos Takımadaları, uzun süredir Birleşik Krallık ile eski kolonisi Mauritius arasında egemenlik anlaşmazlığına konu olmuştur. Mauritius’un 1968 yılında bağımsızlığını kazanmasından evvel, İngiliz Hint Okyanusu Bölgesi’nin kurulması amacıyla Chagos Takımadaları Mauritius’dan ayrılmıştır. Ana adalardan biri olan Diego Garcia Amerika Birleşik Devletleri’ne kiralanarak 3.000 personeli olan askeri bir üsse ev sahipliği yapmaktadır. Mauritius, hukuka aykırı bir şekilde gerçekleştiğini iddia ederek, çeşitli uluslararası hukuk mekanizmaları ile Chagos Takımadalarının kendisinden ayırılmasına itiraz etmiştir. Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) ve Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi’ni (UDHM) kapsayan bir sürecin ardından Mauritius hukuki zafer elde etmiştir. UAD’ın Danışma Görüşü’nde Mauritius’un dekolonizasyon sürecinde kendi kaderini tayin hakkının ihlal edildiğini tespit etmiş, UDHM Özel Daire ise Mauritius’un Chagos Takımadaları’na egemenliğini kabul ederek bu tespiti pekiştirmiştir. Bu iki karar özellikle kendi kaderini tayin hakkına verdikleri önem bakımından önem arz etmekle birlikte, bir egemenlik anlaşmazlığında hüküm vererek yetki sınırlarını esnetmişlerdir.Öğe AB'nin demokratik meşruiyetinde vatandaşların rolü(Seçkin Yayıncılık, 2020) Kayacan, Derya NurAvrupa Birliği ve Demokrasi kitabımızda Avrupa Birliği'nde demokrasi tartışmalarına yönelik güncel araştırmalara yer verilmiştir. Özellikle bu kapsamda kitap, Avrupa Birliği içerisindeki demokrasiyi sadece bir alanda değil vatandaşlık, kurumlar ve dış ilişkiler düzeyinde değerlendirmiştir. Bu açıdan kitap diğer benzeri çalışmalardan ayrılmaktadır. Kitaptaki amacımız Avrupa Birliği'nin demokrasiye yönelik adımlarını her noktada incelemektir. Bu nedenle her biri konusunda uzman akademisyenler tarafından hazırlanan kitabın gerek lisans gerekse lisans üstü programlarda yardımcı bir kaynak olarak kullanılabileceği öngörülmektedir. Ayrıca çalışmanın Avrupa Birliği'nde demokrasiyi her açıdan ele alması ve irdelemesi bakımından literatürde önemli katkı sağlayacağı düşünülmektedir.Öğe Almanya’da yardımlı intihar(Türk-Alman Üniversitesi, 2023) Kayacan, Derya NurSon dönemlerde sıklıkla tartışılan ölme hakkı, kişisel özerkliğe verilen önemin artmasıyla özel yaşama saygı hakkının sınırlarının yeniden tanımlamaya çalışma çabasıdır. Özel yaşama saygının bir boyutu olarak değerlendirilen kendi geleceğini belirleme hakkı ile yaşam hakkının çatışması olan ölme hakkından, kişinin kendi özgür iradesi ile yaşamını bir başkasının eliyle (ötanazi) ya da yardımıyla (yardımlı intihar) sonlandırması anlaşılır. Ölme hakkının en liberal şekilde uygulama bulduğu ülkelere komşu olan Almanya’da bu hakkın hukuki durumu belirsizliklere çevrilidir. Ceza Kanunu’nda ötanazi açıkça suç teşkil ederken ne intiharı ne de intihara yardımı suç olarak tanımlayan Almanya, İsviçre’de oldukça popüler yardımlı intihar organizasyonlarının kanundaki boşluktan faydalanarak Almanya’da faaliyetlerini artırmalarının önüne geçmek istemiştir. Böylelikle 2015’te Ceza Kanunu’na sistemli bir şekilde sağlanan intihar yardımını suç olarak tanımlayan madde 217 eklenmiş, fakat 5 yıl yürürlükte kaldıktan sonra 2020’de Federal Anayasa Mahkemesi’nin anayasaya aykırılık kararı ile iptal edilmiştir. Her ne kadar organizasyonlar düşünülerek düzenlenmişse de, 217. madde doktorları da etkilemektedir. Doktorlar, görevleri gereği ciddi şekilde acı çeken ve hastalığa daha fazla tahammül etmek istemeyip ölmeyi tercih eden hastalardan gelen ölme isteklerinin ilk muhatabıdır. Ölme hakkının tıp biliminden bağımsız düşünülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla tıp camiasının ölme hakkına yaklaşımı oldukça önem arz etmektedir. Bir doktorun kariyeri boyunca birden fazla kez yaşamını sonlandırmak için yardım isteyen hastayla karşılaşması olağandır. Bu durumda doktorun birden fazla hastasının intiharına yardım etmesi sistemli sayılarak madde 217 altında suç teşkil edecek midir? Maddenin iptal edilmesiyle bu sorunun cevabının çok bir ehemmiyeti kalmasa da, tıp mesleğini düzenleyen diğer kanun ve tıbbi etik kurallar altında doktorun yardımlı intiharda rol alıp alamayacağı yine belirsizliklerle çevrili olagelmiştir. Fakat Federal Anayasa Mahkemesi’nin açıkça ölme hakkını genel kişilik hakkının bir uzantısı olarak kabul etmesiyle, kişilerin bu haklarını tasarruf edebilmeleri için gerekli düzenlemeler yapılmalı ve doktorların yardımlı intihardaki rolleriyle ilgili belirsizlikler kanun koyucu tarafından giderilmelidir.Öğe Avrupa vatandaş girişimi bir illüzyon mu?(Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku, 2021) Kayacan, Derya NurAvrupa Birliği'nin (AB) demokratik meşruiyetini güçlendirmek ve plüralist yapısı içerisinde vatandaşlarının seslerini duyurabilmeleri için yeni bir platform sağlamak amacıyla oluşturulan Avrupa Vatandaş Girişimi (AVG), büyük beklentiler ile 1 Nisan 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.46 AVG, vatandaşların Avrupa Komisyonu'nu ihtiyaç olduğunu düşündükleri bir alanda hukuki tasarrufta bulunmaya davet edebilecekleri bir araçtır.47 Yürürlüğe girmesinden bu yana geçen dokuz yıllık süreçte, AB vatandaşları prosedür şartlarını sağlayarak başarıyla sonuçlanan altı girişime imza atmış olsa da, AVG, kendisinden beklenenleri karşılamadığı gerekçesiyle birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Başarılı bir AVG için, üye devletlerin en az dörtte birinden birer temsilci ile oluşturulacak organizatörler komitesinin, konusu Avrupa Komisyonu'nun (Komisyon) yetki alanı çerçevesine uygun olan girişimlerini kaydettikten sonra, yine en üye devletlerin dörtte birinden bir milyon imza toplanması gerekmektedir. Sıradan vatandaşlar için zorluklarla dolu olan kayıt ve imza toplama aşamaları, güçlü uluslararası örgütlerin veya sivil toplum örgütlerinin desteği olmadan başarılı bir AVG prosedürü sürdürmenin neredeyse imkansız olduğu fikrini uyandırmıştır. Şu ana kadar yapılmış 99 başvuru içerisinden 76 girişim kayda uygun bulunmuş ve sadece altı tanesi yeterli imza toplamayı başarmıştır.48 Eleştiriler göz önünde bulundurularak prosedürü kolaylaştırmak adına yeni bir AVG Tüzüğü düzenlenmiş ve 1 Ocak 2020 tarihinde yürürlüğe girmiştir.49 Prosedüre dair eleştiriler bir yana, Komisyon'un AVG'yi yeterince ciddiye almadığına dair savlar da ortaya atılmıştır.50 Nitekim Komisyon'un kayıt kriterlerini yorumlamada kullandığı geniş yetki ve sebep olduğu tutarsızlıklar bu savı destekler niteliktedir. Örneğin, bağlayıcı bir düzenleme yapılmasını talep etmeyen girişimlerin, bağlayıcı bir düzenleme talep eden girişimlerden daha kolay kayda kabul edilmesi dikkat çekmiştir.51 Veyahut kayıt kriterlerini genellikle dar yorumlayan Komisyon'un, konuları açıkça yetki alanı dışında kalmasına rağmen bazı girişimleri kayda kabul etmesi şaşkınlıkla karşılanmıştır.52 Usullere uygun olarak yeterli imzayı toplamayı başarmış olan girişimlerin AB yönetiminde ne derece etkili olabildikleri de sorgulanmaktır. 53 Komisyon tarafından cevaplanan beş girişimin beklenen derecede bir sonuç doğurmaması birçokları için oldukça hayal kırıcı olmuştur.54 Güçlü bir katılımcı demokrasi aracı olması beklenen AVG'ye olan inancın azalması ve vatandaşların AB yönetimine olan güvenlerinin sarsılması istenmiyorsa, en azından imza kriterlerini sağlayabilmiş olan az sayıda girişime tatmin edici cevaplar verilmesi önemlidir. Bu tebliğde, engellerle dolu bir geçmişi olan ve ulusal ve dilsel azınlıkların korunmasının iyileştirilmesine yönelik bir takım yasal düzenlemeler talep eden ‘Minority Safepack' girişimi incelenecektir. İlk etapta Komisyon tarafından reddedilen ve ret kararının Adalet Divanı tarafından iptal edilmesinin sonra kaydı yapılan ‘Minority Safepack' girişimi, nihayet sekiz senelik bir serüvenin ardından 14 Ocak 2021 tarihinde Komisyon tarafından cevaplandı. Komisyon'un girişime cevabı ve üzerine gelen tepkiler ışığında, AVG'nin Birliğin demokratik meşruiyetine gerçek anlamda bir katkı sağlayıp sağlamadığı değerlendirilecektir.Öğe How to resolve conflicts between fundamental constitutional rights(Saar Blueprints, 2016) Kayacan, Derya NurOvertime, especially after the Second World War, fundamental rights have gained more importance than ever. The legislatures have broadened the list, by adopting and legally protecting a wider range of fundamental rights. But more importantly, the ample interpretation of the legislation by the Courts made a much more generous contribution in establishing an immense catalogue.1 For example the United States Supreme Court has added rights through its interpretation, which were not explicitly enlisted in the Bill of Rights, such as the right to vote,2 the right to privacy3 and the right to an abortion. 4 Fundamental rights were initially adopted into the legislation to protect the individuals from the state and its powers.5 “They are designed to protect the individual from unwarranted interference in crucial aspects of her life.”6 But in time the aspect of fundamental rights have changed. Apart from the duty to respect fundamental rights of individuals, the State also carries the obligation, namely the positive obligation, to protect them from each other. “This positive obligation to provide protection presupposes the adoption of legislative, administrative, judicial and substantive measures to protect individuals against violation of their fundamental rights by other individuals. It leads necessarily to an increase in the number of actions founded on the violation of individual freedoms and as a result, to an escalation in the number of conflicts between fundamental rights.”7 The State is not only obliged to respect the fundamental rights of the individuals, but also has to protect their rights from being violated by other individuals as well.Öğe ICC's jurisdiction and individual criminal responsibility regarding the Russian-Ukrainian war(Legal Hukuk Dergisi, 2023) Kayacan, Derya NurOn 24 February 2022, Russia launched a special military operation against Ukraine, which intensified the ongoing conflict between the two States that had already begun in 2014. While the situation has since ma de a devastating impact on the protection of human rights, reports from Ukraine indicate the commission of war crimes and crimes against hu manity. Many international organizations have reacted quickly to the situation, including the International Criminal Court which opened an investigation into the alleged crimes. While neither Ukraine nor Russia is a State Party to the Rome Statute, Ukraine has accepted the Court’s jurisdiction through two separate declarations. This brings a three-part question to attention: Does the Court have jurisdiction over alleged crimes committed during the Russian-Ukrainian War (ratione loci & ratio ne temporis), which crimes are under the Court’s jurisdiction (ratione materiae), and who can be held responsible under this jurisdiction (rati one personae)? After addressing the matter of jurisdiction, the article will also evaluate individual criminal responsibility and the proposed establishment of an ad hoc international tribunal to deal with the crimes committed in Ukraine.Öğe The legal regime of the Turkish straits and the montreux convention(Verlag Alma Mater, 2020) Kayacan, Derya Nur; Fröhlich, Mareike; Sigstad, Ingrid; Harvey, Elizabeth; Sigstad, Ingrid; Fröhlich, MareikeThis publication is the sixth volume of the series of paperspublished within the SEE | EU Cluster of Excellence in European andInternational Law. The series is a compilation of articles from authors ofdifferent part-ner law faculties in South Eastern Europe.The Europa-Institut of Saarland University is the leading partner ofthe SEE | EU Cluster of Excellence in European and International Law,together with the law faculties of the Universities of Belgrade (Serbia),Sarajevo (Bosnia and Herzegovina), Skopje (North Macedonia), Tirana(Albania) and Zagreb (Croatia), and the South East European Law SchoolNetwork. The project is supported and sponsored by the German AcademicExchange Service (DAAD) as well as the German Federal Ministryof Education and Research, and aims to promote the outstanding capabilitiesin research and teaching in the field of European and InternationalLaw.The SEE | EU Cluster of Excellence in European and InternationalLaw sets to improve not only the cooperation between Germany andthe South East European countries but also the cross-border regionaland local cooperation in the areas of teaching and research as well asin the development of common structures and strategies. The Cluster ofExcellence seeks to explore new avenues in the transfer of knowledge,as we firmly believe that sharing expertise and experiences willstrengthen the profile of each partner and the network as a whole. Tothis end, the Cluster implements various measures and activities aspiringto achieve the set goals: eLearning modules, a model curriculum, agraduate school, a number of research projects, summer schools, librarycooperation and various publications.This collection of papers is intended to serve as a forum for academicstaff and young academics of the partner faculties in the SEE |EU Cluster of Excellence to publish their research results on relevantquestions in European and International Law. In addition to the traditionalareas of law, specific areas of interest include: the integration ofSEE countries in the European Union, issues of legal reform and implementation of the acquis, best practices in legal reform, and approximationof legislation in the region of South Eastern Europe and the EU.The series is published on a yearly basis and is peer-reviewed by theEditorial Board.The SEE | EU Cluster of Excellence in European and InternationalLaw ⢠Series of Papers 2020 encompasses eight papers from academicstaff and junior researchers from the law faculties in Belgrade, Skopje,Tirana, Zagreb, Zenica and the Europa-Institut. This issue covers abroad variety of topics and illustrates the wide range of subjects connectedto European and International Law. Particular topics in this volumediscuss various civil, criminal and human rights law issues from aEuropean and International Law perspective, including potential humanrights violations during the criminal procedure, general issues ofcontemporary law of armed conflicts at sea and finding the core of internationallaw, to name a few.We thank the German Academic Exchange Service (DAAD) and theGerman Federal Ministry for Education and Research for their financialsupport. We owe special thanks to all authors for their contributions aswell as to Ass. iur. Mareike Fröhlich LL.M., Elisabeth Harvey LL.M. andand Ingrid Sigstad Lie, who made this book possible.We are confident that the SEE | EU Cluster of Excellence in Europeanand International Law ⢠Series of Papers will provoke greater interestin European and International Law and contribute to theachievement of the goals of the SEE | EU Cluster of Excellence in Europeanand International Law.Saarbrücken, December 2020Prof. Dr. Marc Bungenberg LL.M., DirectorEuropa-Institut of Saarland UniversityProf. Dr. Thomas Giegerich LL.M., DirectorEuropa-Institut of Saarland UniversityProf. Dr.Öğe The right to die with dignity how far do human rights extend?(Springer, 2022) Kayacan, Derya NurThroughout time, the law has adapted itself to society’s and individual’s needs, aiming to achieve a balance for harmony. A need to recalibrate this balance most often occurs after introducing an innovation that affects the lives of all humankind. The Internet, one of the greatest inventions of the twentieth century, presented several new aspects of social life that required the attention of the legislatures, such as data protection and cyber-security. It has also introduced new dimensions of human rights, especially in freedom of expression and the right to privacy. It has been for the law to reconcile the conflicting interests of individuals with each other and with society. Another area in need of recalibration has emerged due to medical advancements.Öğe Uluslararası ceza mahkemesi’nin Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında tutuklama kararı(2023) Candan, Tolga; Kayacan, Derya NurFollowing Russia's special military operation in the south of Ukraine that started on 24 February 2022, individual criminal responsibility for international crimes has become a subject of debate. Ukraine's acceptance of the International Criminal Court’s (ICC) jurisdiction in two separate declarations from 2014 and 2015 enabled the possibility to prosecute the persons responsible for war crimes, crimes against humanity, genocide and (without prejudice to special provisions) the crime of aggression committed on Ukrainian territory before the ICC. After the preliminary examination and investigation process, the ICC issued an arrest warrant on 17 March 2023 against Russian President Vladimir Putin and the Commissioner for Children’s Rights Maria Lvova-Belova. The arrest warrant covers the crimes of unlawful deportation and unlawful transfer of children from the occupied Ukrainian territories, which constitute war crimes under the Rome Statute. The unexpectedly rapid arrest warrant, which was welcomed by the international community, raised other issues. The most important of these is the personal and judicial immunity enjoyed by heads of state, which prevents their arrest in foreign states. Although the Rome Statute explicitly states that no official title shall provide immunity from individual criminal liability before the ICC, there are concerns that the immunity of heads of state, which is largely recognised as a rule of customary international law, will prevent the execution of the arrest warrant. The present study analyses the relationship between individual criminal responsibility and the immunity of heads of state alongside the possibility of arresting and prosecuting Russian President Vladimir Putin before the ICC.Öğe Yaşam hakkı v. ölme hakkı: Avrupa insan hakları sözleşmesi'ne taraf ülkelerde ölme hakkına yönelik farklı yaklaşımlar(Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2022) Kayacan, Derya NurKişisel özerkliğin sınırlarına dair son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri olan ölme hakkı, kişinin kendi ölüm zamanını ve şeklini seçme hakkını ifade etmektedir. Tedavisi olmayan sancılı bir hastalıktan kurtulmak veya kimseye muhtaç olmamak isteği gibi çeşitli sebeplerden ötürü hayatını kendi tercih ettiği bir zamanda sona erdirmek isteyen insanlar, doktorlarından ötenazi (euthanasia) veya yardımlı intihar (assisted suicide) talep etmektedir. Geçmişte Nazi Almanya’sının uyguladığı, “yaşamaya değer bulunmayan” bireyleri öldürme politikasının gölgesini hala üzerinde taşıyor olsa da aslında etimolojik olarak “güzel ölüm” anlamına gelen ötenazi kavramı, ayırt etme gücüne sahip bir bireyin açık ve bağımsız talebi üzerine hayatının aktif bir şekilde sonlandırılmasını ifade etmektedir. Yardımlı intihar ise, ayırt etme gücüne sahip bir bireyin açık ve bağımsız talebi üzerine hayatına son vermesine yardım etmek demektir. Bu yardım bir doktor tarafından sağlandığında, doktor yardımlı intihar olarak da adlandırılabilmektedir. Ötenazi ile yardımlı intihar arasındaki fark, ölüme sebebiyet veren son eylemi kimin gerçekleştirdiğidir. Ötenazide bu eylemi üçüncü bir kişi gerçekleştirmekteyken, yardımlı intiharda hayatına son vermek isteyen kişi kendisi gerçekleştirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişisel özerklik vurgusunun ağır bastığı içtihadında ölme hakkını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 8. maddesinde düzenlenen özel ve aile hayatına saygı hakkı kapsamına almış ve böylelikle ölme hakkını AİHS tarafından korunan bir hak olarak tanımlamıştır.1 Fakat kişisel özerkliğin bir ifadesi olan ölme hakkının, devletlerin AİHS 2. maddesi uyarınca yaşam hakkının korunmasına yönelik gerekli önlemleri almak üzere taşıdıkları pozitif yükümlülükler karşısında dengelenmesi gerekmektedir. Yaşam hakkının korunması karşısında ölme hakkının nasıl değerlendirileceği, kişisel özerkliğin veya başka bir deyişle kişinin kendi kaderini tayin hakkının sınırlarının nerede çizileceği, birçok farklı tartışmayı içinde barındıran bir konudur. Üye devletlerin arasında fikir birliği olmaması dolayısıyla AİHM, konunun esasına ayrıntılı olarak girmekten ziyade usule yönelik değerlendirmelere yoğunluk vermiş, böylelikle AİHS 2. ve 8. maddeler arasında dengenin nasıl sağlanacağı muhakemesini üye devletlerin takdir yetkisine bırakmıştır. AİHS taraf ülkelerinin birçoğunda ötenazi ve yardımlı intihar suç teşkil etse de, ölme hakkının uygulanmasına izin veren “müsamahakâr” ülkeler de mevcuttur. En liberal yaklaşımlardan birine sahip olan İsviçre’de yardımlı intihar uygulaması, Ceza Kanunu’ndaki bir boşluğa dayanmakta ve çoğunlukla yardımlı intihar organizasyonları tarafından gerçekleştirilmektedir. Birçok kez meclis gündemine getirilmiş olsa da yasal düzenlemesi yapılmayan yardımlı intihar uygulaması, daha ziyade organizasyonların elinde şekillenmiştir. İsviçre’de ikamet etmeyenlere yardımlı intihar hizmeti sağlanmasının önünde yasal bir engel bulunmaması dolayısıyla bazı organizasyonların yabancılara da hizmet vermesi “ölüm turizmi” kavramının doğuşuna neden olmuştur.2 Her ne kadar intihara yardım eden kişinin doktor olması şartı aranmasa da, yardımlı intihar reçeteye tabi sodyum pentobarbital adlı bir ilaç vasıtasıyla sağlandığı için, bu sürecin doktorlardan bağımsız yürütülmesi pratikte mümkün değildir. Yasal düzenlemeye giden ilk AİHS taraf ülkesi olan Hollanda, öncesinde müsamaha gösterilen ve zaman içerisinde mahkeme kararları ile tabipler birliğinin yorumlamalarıyla şekillenen ötenazi ve yardımlı intihar uygulamalarının hukuki çerçevesini 2001 yılında Talep Üzerine Yaşamın Sonlandırılmasının Kontrolü ve Yardımlı İntihar Yasası’nda düzenlemiştir.3 Hollanda’da ikamet etmeyenlere ötenazi veya yardımlı intihar sağlanması yasaklanmamış olsa da, doktorluk mesleğinin gerektirdiği özen ve ihtimamın (medical due care criteria) gösterilmesi hususunda mahkemelerin daha hassas olması sebebiyle İsviçre’deki gibi ölüm turizminde yoğunluk görülmemektedir. Hollanda’nın ardından Belçika da kendi Ötenazi Yasası’nı 2002 yılında kabul etmiştir.4 Yasa sadece ötenaziyi düzenlese de, hastanın son eylemi gerçekleştirebileceği fiziki kapasitesi olması halinde yardımlı intihar uygulanması yazılı olmayan bir kural olarak değerlendirilmektedir. Lüksemburg ise 2009 yılında ötenazi ve yardımlı intiharı düzenleyerek ölme hakkını uygulayan 4. Avrupa Konseyi ülkesi olmuştur.5 Ölme hakkı uygulamasının yerleştiği bu dört AİHS taraf ülkesi dışında da ölme hakkı tartışılagelmektedir. 2021’de Avusturya ve İspanya ölme hakkını düzenleyen yasalar geçirerek uygulamaya izin veren ülkeler arasına girmişlerdir.6 Alman Federal Anayasa Mahkemesi ve İtalyan Anayasa Mahkemesi yardımlı intihar yasağının bazı koşullarda kişinin kendi kaderini tayin hakkını ihlal edebileceğine hükmetmişlerdir.7 Henüz iki ülkede de herhangi bir yasal düzenlemeye gidilmemiştir. Portekiz, İrlanda, Fransa ve İngiltere meclislerinde de ölme hakkına ilişkin yasa tasarıları gündeme getirilmiş, fakat oy çokluğu ile reddedilmiştir. Türkiye’de ötenazi ve yardımlı intihar suç teşkil etmekte, şu ana kadar bahsi geçen ülkelerin aksine kamuoyunda da ölme hakkı lehinde güçlü bir talep görülmemektedir. Tebliğde, ötenazi ve/veya yardımlı intihar uygulaması olan “müsamahakâr” AİHS taraf ülkelerinde yaşam hakkı ile ölme hakkı arasındaki dengenin yasal çerçevede nasıl sağlandığı karşılaştırmalı olarak irdelenecektir.